17.04.2011

Gün/lük - Cumartesi

sabah erkenden uyandım... aklımda yine o... bakışı, gülüşü, sesi, soluğu, dokunuşu, kahve kokusu... daha ona dair ne varsa hepsi işte... biraz huzursuzlandım. uyanık olmama rağmen başka bir rüyaya kanmak istercesine bir fırsat daha verdim kendime. olmadı. bir saat sonra uyandığımda o taşıyordum damla damla; aklımdan, yüreğimden, tenimden, dilimden, en çok da gözümden akıyordu bende kalanlarıyla. ılık bir duşun ardından üzerime giydiğim bir tişört ve kotla attım kendimi sokağa. saate bakmak o zaman geldi aklıma. 7.15. havanın ısınacağına olan umudumu giydim sırtıma ve başladım adım adım, geçmişin sokaklarını arşınlamaya.

***
pazara vardığımda, çorbasını içen meyvacının buyuru ile başladım gülümsemeye... sonrası çorap söküğü gibi geldi. kuzu kulağı aldığım huysuz amcanın torun her zaman ki gibi sevimliydi. peynircinin yakışıklı oğlan çapkın bir gülücük attı; 'erkencisin abla'. oradan yeşillikleri almaya gittim. balıkçının tezgah henüz boştu. bir iki de orada lafladıktan sonra, mantarcının 'ne zamandır uğramıyorsun' zerzenişine takıldı 3 liram, helalı hoş olsun dedim. oysa mantar almaya niyetli değildim. gün güzeldi. bir gülümseme ile dağılan huzursuzluğum yerini giderek kanatlarını çırpmaya çabalayan ama henüz uçamayan bir kuş yavrusu ile betimlenebilecek bir keyfe bırakıyor gibiydi.

***
annemlerin evine geldim. kapıyı açar açmaz telefona sarılıp seslerini duymak istedim. garip bir duyguydu. babamla konuştum ve hemen ardından annemle. çiçekleri suladım. evi havalandırdım ve çıkarken, o evi o kadar sessiz ve kimsesiz sevmemin mümkün olamayacağına kanaat getirdim. ev dediğin içindekiyle güzeldi, arabaya bindiğimde nedensizce nemlenen gözlerimi yenlerimin tersi ile sildim.

***

arabayla giderken, apartmanın yan tarafında kalan bozuk yolu tercih ettim. döner dönmez, ağaçların altına saklanmış iki çocuktan birinin mahçup gözlerini gördüm. bıyıklarının teri dudak üstünde duran bu çocuğun mahçubiyetinin benden kaynaklanmadığını bildim. hem tanımıyordu hem de bir kere daha karşılaşma şansımız oldukça düşüktü. o kendi kendine gizli saklı içtiği sigaranın kendine bile bir açıklamasını yapamıyorken, olur da babası duyarsanın ezikliğindeydi. araba ile oradan uzaklaşırken, kendi ilk gençlik mahçubiyetlerim için, annemle babamdan özür diledim. pek de uslu bir çocuk değildim.

***

eve yaklaşırken aklıma gelen hediye meselesini halletmek için direksiyonu gidiş yolumun tersine çevirdim. radyoda çalan müziğin ritmine kaptırıp kendimi uzaklara gitmek istedim. oysa uzaklara gidebilecek kimsem yoktu ve ben uzakları da yakınları da tek başına sevmeyi bir türlü öğrenebilmiş değildim. vardığım kuyumcudan aldığım bilekliğin kendimce anlamını sevdim. eve dönüş yolunda o bilekliği verirken bir de mektup yazmayı aklımdan geçirdim. mektubun giriş cümlesini sevdim. "sevgili leydi... öyle çok bekledik ki..."

***

evdeyim. az sonra gelecek eski dostun heyecanı sarmış beni. içim kıpır kıpır. kapı çalıyor, eski bir sevgiliye duyulan özlemin sesi gibi çıkıyor ses. kapı ikinci kez çalıyor. dost, o sevgili ile yaşanılan acı tatlı günlerin ortağı. konusu açılır mı bilmem ama ben yine de heyecanımı üzerimden çıkartmaya hiç hevesli değilim. bu sabah sebepsizce ona uyanışımın bir anlamı olmalıydı. henüz olmadı. gün, yani bugün, onunla dopdolu. ve işte kapıda eski dost. ve onlu zamanlarımın çiçeği iki demet frezya... bugün bir yerde bir kez daha karşıma çıkacağını biliyormuş gibi, boşa gitmemiş ilk gençlik heyecanı, küt küt atıyor hissedilir bir biçimde.

***

koyu sohbetimizin harmanı şen kahkahaları bölen bir kapı sesi daha... uzun yılların eskitemediği bir dost sesi duyuluyor apartman boşluğundan... şimdi üç gülen yüz de kaynatmaya hazır ne var ne yoksa. eski ve yeni dost kaynaşıveriyorlar. bu keyfi katmerleyen bir durum. ben mutfakta çay suyu koyarken, aklım hep içerideki sohbette. dalıveriyorum salona ağzımda bir dolu kelime. ah bazen boş boğazımın destursuz cümleleri... nasıl da çıkıveriyorlar zamansız. evde çocuk olduğunu unutup, yeni tanışmış iki insanın ortak yönleri üzerinden yoğunlaşan sohbete, mutfaktan elimde tepsi ile gelip de katılınca olan oluyor. sohbete ortasından balıklama atlayınca, az ötedeki masada resim yapmakta olan ve okumayı yeni yeni öğrenmiş birine anlatılabilecek en içinden çıkılmaz örneği anlatarak konuya dahil oluyorum kendimce. ve kaşın gözün oynadığını fark edemeden geliyor ince ve biraz şaşırmış bir ses. "ben kitaplardan korkmam". susuyorum. cümlelerim büyüyor ağzımın içinde. yutuyorum. cümle bu kadar dağılmışken nasıl toparlanır hiç bilmiyorum. sırası mıydı şimdi, bir başka çocuğun, bir yazarın kitaplarında ortaya koyduğu ip uçları ile kendini öldürtmeye çalıştığı ile ilgili sanrılarını anlatmanın... hava soğuyor. cümle onun bu saçma hallerden sıyrıldığı ve artık kitapların onun en iyi dostu olduğu yalanı ile son buluyor. konu havada asılı kalıyor. ah! ben... nasıl da saçmalıyorum bazen.

***

akşam oluyor, kapı ardı ardına defalarca çalıyor. her gelenin yüzündeki kocaman sıcak gülümseme yerini, gece ilerledikçe, evin duvarlarında yankılanan kahkahalara bırakıyor... bir bakış, içten... bir gülümseme, biraz muzip... güzel bir geceye gebe ne kadar işaret varsa hepsi salonun ortasında bir o yana bir bu yana salınıyor. ve ben hiç olmadığım kadar turuncuyum. sanırsın evde bir güneş ve ağaç ve onun gölgesinde koşuşturan çocuk sesleri ile yapılan bir tablonun renklerinden en can alıcısı benim. ev bu gece öyle güzel... öyle yaşanılası... öyle huzurlu ki... insan hep böyle kalsa diyor. ama gece bitiyor. kimi dağınıklığını, kimi gülüşünü, kimi bakışını, kimi boyalarını, kimi oyuncaklarını, kimi hüznünü, kimi kelimelerini bırakıp gidiyor. kalan ne varsa, hepsini teker teker kaldırıyorum anılar kutusuna. saat iki olmadan yüzümde bir gülümseme ile dalıyorum uykuya.

***

yorgun bedenimi dinlendirdiğim uykunun sabahı... nasıl da gri bir gökyüzü... ılık bir duş alıyor uykunun tozunu. gülümsüyorum. az sonra evden çıkacağım. bu sabah ona uyanmadım. bazı sabahlar ona uyansam da, ona uyumayalı öyle çok zaman olmuş ki... hayatımın merkezi iken, yaşadığından bile haberdar olmadığım bu zamanda, yüreğimdeki yerini hissettirişine şaşıyorum. yüreğimin bir tek onun için attığı zamanların çok ötesindeyim bugün. noktamı koydum, büyük harfle başlayacak yeni cümlemi arıyorum.

***

Günaydın kendim. Bugünün dünden güzel geçsin.


***
pazar akşamı eklenen not:

aslında sabah yazmıştım yazımı, 6.30da uyandım. günün erken başlamasının nedeni, bir rapor için işe gidecek olmaktı. aceleye gelsin istemedim fotoğraf seçimim. akşama bıraktım. ama yazıyı bir kez daha okuyunca, nasıl bir fotoğraf koymam gerektiği ile ilgili çakmayan ışığımı da daha fazla zorlayamadım. 1x.com'a gittim. ilk sayfada karşıma çıkan fotoğraflar arasından şu aşağıda gördüğünüzü bu yazı için seçtim. bugün kendimi sudan çıkmış balık gibi hissettiğimi kimselerden gizlemek istemedim.










Görsel / 1x.com

6 yorum:

aysema dedi ki...

Hepsini beğenerek, severek okuyordum, ama bu çok çok öne geçti. Takıldım kaldım. Büyülendim desem, büyüye inanmıyorum. Alıp götürüyor bir solukta. Dil ve anlatım, içerik hepsi hepsi...
Sadece seni kutluyorum ve öpüyorum.

Pilli Petro dedi ki...

okurken yoruldum valla :DD gülümsedim yine öperim...

Uma dedi ki...

Turuncu pek bir guzelsin :)

novella / विश्व dedi ki...

yaşanmışlığın tadı ayrı oluyor demek ki aysemam... bak şımardım ben şimdi hem de pazartesi pazartesi...

novella / विश्व dedi ki...

çok güzel dolu dolu geçti haftasonu pillim. sabahı ayrı telaş akşamı ayrı. ama hepsi birbirinden güzeldi.

novella / विश्व dedi ki...

görsen beni severdin. turuncunun en güzel haliyim bugünlerde umam :)