20.04.2011

Koltukta Oturan Keçi




yorgunum, evet! sabahları yataktan yorgun kalkıyorum. her sabah yüzümde yorgun ama yine de gülümseyen bir ifade var. kendime şaşıyorum. son bir haftadır, belki de iki... ve hatta belki de son aylarda demeliyim, çocuk heyecanlarımın bir kısmını sokakta oynarken düşürmüş gibiyim. zaten nisanın da bahar gibi geçtiği söylenemez. bellli ki geldiği uzak yollarda verdiği bir mola sırasında güneşini unuttu bir çocuk gülümsemesinde. o çocuk kimbilir nerede, nasıl da parlıyordur şimdi. o çocuk olsam ya ben... yüzümde güneş gibi bir gülümseme... bir arkadaşım nisan hep yağmurlu geçerdi zaten, dedi. evet, ama bu kadar soğuk olmazdı, dedim. evet! üşüyorum ve sanırım bunda yorgunluk hissimin payı oldukça büyük.

***
öyle yorgunum ki, sabah uyanır uyanmaz aldığım duşun bana bir faydası olmuyor. kahve kokusu beni keyiflendirmiyor. dışarıda uyanmakta olan gün hiç ilgimi çekmiyor. ben sana uzanmak ve hiç kımıldamadan saatlerce okumak ve yazmak istiyorum. parmaklarım yorulunca gözlerim, gözlerim sulanınca parmaklarım çalışsın istiyorum. (yazdıktan sonra cümleyi dönüp okudum ve ne göreyim, 'kanepeye' diyeceğime, 'sana' demişim. belli ki, asıl sorun onun dizlerine uzanıp da bunları yapamıyor olmak ve evet sanırım doğru kelime 'dizlerine' olacak o cümlede.)

***

öyle tuhaf bir hal ki benimki... depresyonda olma ihtimalim var. ama bunu bu sefer üzerime kondurmuyorum. bir kere girdiğim derinnnnnn ve uzunnnn soluklu bunalımdan çıkmamın yarattığı yorgunluğu daha yeni attım üzerimden. o yüzden kendimi hayata karıştıracak formülleri hızla çözüyor ve sonuçlarını gözlemlemeden yeni bir tanesine geçiyorum. bu durum aslında içinden çıkılmaz bir hal alabilir zamanla. yani bu kadar çoklu bilinmeyenle bir denklemi çözmeye çalışmanın zorlayıcı bir yanı var. belki de yorgunluğum bu yüzden. ama böyle düşünmeye başladığım anda, her ipin ucunu bırakmam da sözünü ettiğim bel yastığına dönüşme sürecini tetikliyor.

***

dün akşam telefondaki sese "iyi olmuş, zaten sen beceremeyecektin" dediğimden beri düşünüyoum. bu kadar düz konuşmamayı öğrenmiştim. ne oldu şimdi. neydi değişen. neden gene 'kırılır mı' nın hesaplarını bıraktım da bir yana, karşımdakilere pat pat konuşur oldum. hoş o konuşmada bir parça kendi kırgınlığım da vardı. belki, vakti zamanında  "o becerebilseydi" ve hatta keşke "o becerseydi", ne kadar farklı olurdu herşey inancına hali hazırda sıkı sıkıya bağlı olmanın yansımasıydı cümlem. çünkü vakti zamanında ben kuzeyin hırçın denizlerinde yüzümü yıkamayı, ve bir bahçenin tik koltuğunda oturup da güneşte ısınmayı nasıl da düşlemiştim.

***

sabahları bir rutinim vardı eskiden... bu sabah o eskinin bir kopyası oldu. güzel oldu. duş, kahvaltı, yazı, yola çıkış, hayata karışış... gidip de karışayım bari, belki başka çocukları görürüm de, onların bayram sabahı heyecanları beni de gaza getirir, en güzel elbiselerimi giyip de şeker toplamaya gitmek için eve koşarak dönerim. belki... 


.

2 yorum:

y. dedi ki...

"uzak nedir??
kendinin bile ücrasında yaşayan benim için
gidecek yer ne kadar uzak olabilir"
olabilir. ama asıl olan gitmektir, uzaklık izafidir. giderken oysa ben dinlenebilir.
ve "ne güzeldir yollarda olmak şimdi!"


günaydın...

novella / विश्व dedi ki...

gün aymadı bana bugün sevgili y., içimde bir hüzün denizi, çırpındım durdum. kendimin dibinde olsam da, uzağındayım yolların...