18.04.2011

Ona Kadar Sayabiliyorum Ben




üzerimde kalan ne kadar toz varsa yıkanıyor yağmurunda...
hiç olmadığı kadar parlak bu akşamüstü turuncularım.
ne olur biraz daha yağ avuçlarıma.




sevgili leydi,

johannesburg'tayken bana yazdığın son mektubundaki 'içimi ısıtıyor kelimelerin, keşke burada olsan, sen kimbilir nasıl anlatırdın buraları dediğin' cümleler hep aklımda. ve işin daha fenası o zamandan beridir johannesburg daha çok özlemini çektiğim bir yer. neden orası anlatmıştım değil mi? küçük bir çocuktum ve ben 'ağla sevgili yurdumu' okudum. okudum ve ben o çocuk oldum. kaç zaman geçti üzerinden, kaç yaşanmışlık, kaç nehir, kaç bulut, kaç kez açtı sakuralar pembenin o en sevdiğim tonundaki çiçeklerini... saymadım. saymayı ona kadar bildiğimi senden bile sakladım. hep böyle oluyor, daha bir der demez başlıyor gözyaşlarım... ve sel olup ona ulaşıveriyor.

onunla ilk karşılaşmamızı anlatmak değildi niyetim ama madem söz onlu zamanlara geldi, anlatayım.

kaç sene evveldi hatırlamıyorum. bilgisayar parçaları sağa sola dağılmış odanın giriş kapısına göre sağında kalan masada güleç yüzlü bir adam vardı. çaya davet etmişti beni. çekincesiz teklifini kabul ettiğim bu adamın  sonradan senin eşin olduğunu öğrenecek ve buna daha da çok sevinecektim. kapının tam karşısında, odanın ortasında kalacak şekilde konumlandırılmış, bildiğin DMOdan alınmış, üzerindeki süngeri parça parça ayrılmış, metal kısımları küflenmiş sandalye üzerinde oturmuş, orada oluşumun nedenleri ile boğuşurken, içeriye yayılan ılıklığı fark ettim ilk önce. kafamı kaldırdığımda gördüğüm adamın yüzündeki huzuru ve o huzurun gülümsemesine yayılışını anlatamam. o dönemin çalkantılı günlerinde bir güneş gibi gelmişti bana. uzun uzun seyretmiş ve hayatta böyle adamlar da olabildiği için bazı kadınların çok şanslı olduğunu düşünmüştüm.

bunu neden sana anlattığıma dair sorular sorarken buldum cevaplardan birini. sanırım ben bugünlerde, huzurlu bir bakışın yaydığı o sıcaklığa ihtiyaç duyuyorum. oysa sen  de bilirsin değil mi leydi, benim coşkun yüreğim, ne zaman huzurlu bir deniz bulsa dalgalara sebep olur ve huzura alışmış bir denize fazla gelir köpüklerim, ne var ne yoksa içimde toplayıp kıyılarıma vurur huzur beni. ben en çok böyle zamanlarda hüzünlenirim. her hikayenin sonunda susuz kalan bedenimin ağırlığında, kumların güneşten kavurduğu yüzümde oluşturduğu çiziklere aldırmadan, sürünerek yol kenarındaki ahlata varır ve sırtımı onun dikenli gövdesine dayayıp, ağlayarak anlatırım olanı biteni yabani papatyaya konmak üzere olan çift noktalı brentis kelebeğine.

gene nerden nereye geldim değil mi leydi... bir ahlat bulma zamanı sanki... zaten yağmur da yağıyor. belki, tozunu alır da turuncumun parlarım yeniden bu akşamüstü.

sevgimle...
çocukları öp benim için.



3 yorum:

y. dedi ki...

az önce "the end" dinlerken okudum yazdıklarını, keşke burada olsaydın,ve bir nehir gibi akan istiklali anlatsaydın bugün... istiklal kitabevinin kapalı kepenklerini görünce ne hissederdin merak ediyorum mesela. sonra san antuana gittim, içimiz sıkıldıkça insan nereye sığınacağını bilemeden sığınıyor, bir sabah ayininin tam ortasına düştüm, sanırım ağlamaklı olduğum için ses çıkarmadılar. sonra mum yaktım,mumu başka bir mumun ateşiyle yakarken, önce onun dileği kabul olsun ve bugün yağmur hiç durmasın istedim. durmasın ki, çok sevdiğim birinin söylediği yağmur sonrası karmaşayı, dağılmışlığı ve parlaklığı göreyimm istedim. keşke sen burada olsaydın bugün ve anlatsaydın, parke taşlı yolun nasıl bir nehire dönüştüğünü...

öperim.

novella / विश्व dedi ki...

üzülürdüm biliyor musun sevgili y., geçmişe bir yolculuğa çıkar, hemen ileride kendime midye patates ve bira söyler ve ağlardım. soran olursa, yağmuru işaret ederdi parmağım. parke taşları ve gri bulutları da... ama kimse sormazdı böyle zamanlarda, sessizce gelip geçerdi yanımdan belki de benden daha üzgün biri kolunun altına sıkıştırdığı anılarıyla. uzaktan görür birbirimizi, selamlaşırdık sessizce ve devam ederdik kendi anılarımızla her adımda biraz daha fazla ağlamaya.

bugün orada olsaydım sevgili y., senden daha güzel anlatamazdım yağmuru, kepenki, parke taşları ve her önünden geçtiğimde mutlaka uğrayıp aldığım iki mumdan birini diğeri ile yakarken ettiğim duayı... senden daha iyi anlatamazdım. ağlardım.

Adsız dedi ki...

Iyi bir baslangic