17.05.2011

güneş ve yağmur ve saç teli



karşılıksız kalan onca cümlenin tek bir soru işareti bile yoktu. ama dikkatli okusaydın hepsi birer soruydu. cevabı olması gerektiği için değil, olsaydı da ne olacaktı ki... her şey ortadaydı işte, senle olmak güneşli bir günde yağmur olmaktı. senle olmak gökkuşağının herhangi bir rengini seçmek zorunda kalmaktı. ve senle olmak o gökkuşağının dibinde, içi boşaltılmış toprak bir güğüm olmaktı.  

ben bunu anladığım günden beri, telefonun tuşlarında gezinen parmaklarımın yazımı nasıl da çirkinleştirdiğini görüyorum. el yazım... artık yok! el izim gibi... hangi iz kalıcı ki demiştin. yürek izi demiştim. demiştim, hatırlıyorsun değil mi? 

bir mektup* okudum;

"Dostum, sana bu mektubu belki beni anlarsın ya da belki ben kendimi anlarım diye yazıyorum. Bu girişimim sonuçsuz kalabilir; zaten kim kendini ya da başkasını anlayabilir ki? Kim kırabilir kabuğunu? Kırmak için girişimde bulunmak kabuğun kırılmamış olduğunu gösterir yalnızca; yani anlamaya çalışmak anlamamış olma duygusunu çoğaltmaktan başka bir işe yaramaz. Yine de deniyorum bunu."
mektubun her kelimesinde durdum, soluklandım ve seni düşündüm. seninle tanıştığımız günden beri bir kez olsun kabuğunu kıramadım. ama denedim. ve evet, anlamaya çalıştıkça, seni anlayamamak bir ızdıraba dönüştü. yine de denedim. sana ulaşmayı, kabuğunu çatlatmayı ve kabuğundan çıkman için seni zorlamayı gene de denedim. öyle çok baktım ki sana... öyle çok kafanı önüne eğdin ki... göz göze gelmeyi sanki özellikle istemez gibiydin. ben de o zaman yazmayı denedim. gecelerce, kelimelerce yazdım sana. öyle çok yazdım, öyle çok cevapsız kaldım ki... o mektupta da dediği gibi;

"Kesinlikle biliyorum ki bu işe kalkışmam boşuna bir çaba, ama denemekten alıkoymuyor beni, tıpkı ölümün kaçınılmaz olduğunu bilerek yaşamımı sürdürmekten vazgeçmemem gibi."

kayıtsız bir susuş değildi seninki, bir yerde okumuştum "insan en çok konuşmayı istediğinin yanında susarmış" seninki de öyle miydi? neler anlatmak istemiştin. neydi susmana sebep... ne çok sorum var, ne çok cevabın peşinde koşuyorum geceleri. özellikle geceleri... özellikle diyorum, çünkü sen bir tek yalnızlıkla geliyorsun... bir tek o zaman yüreğime bir kıvılcım düşüyor. suskunluğun böyle zamanlarımda can acıtıyor. ve ben başlıyorum yazmaya. kelimelerce kusuyorum bendeki seni sana. hiç mi sevmedin kendini bende. hiç mi beğenmedin bir tek yüzünü bile... yıldızlar varsa gökyüzünde bil ki, ben senin yüzünü çizdiğim içindir göğe... öyle çok çizdim ki yüzünü her gece... 

bazı anlar var, bir ışık görüyorum gözünün bebeğinde, sanki... sanki bir şey demek ister gibi çırpınıyor içinde bir şeyler, sanki... sanki... susup kalıyorsun yine her bir "iyi geceler" dileyişinde... o mektup var ya, o mektup en çok hangi kelimelerinde acıttı bilir misin içimi;

"bazen beni evinin kapısından uğurlarken sanki elime bir an için dokunuyorsun ya da kolunu belime doluyorsun gibi bir duyguya kapılıyorum; hafifçe konup kaçan bir dokunuş bu, anlık, gelmesiyle gitmesi bir oluyor. belki bir dokunuş bile değil, çünkü senin elinle benim bedenim arasında her zaman bir uzaklık olmuştur; bir saç teli kalınlığında, ama her zaman bizi ayrı tutmak ve yaşadığım gerçeklik anının yok olması için yeterli."
sana yazdığım onca kelimeden bir ben yarattın mı kendine, gerçeğe yakın, düşe uzak bir ben... yoksa ben, hali hazırda içinde koskocaman bir yer kaplayan kuşku muyum? kuşku... oysa kuşkuyu, ben bize hiç yakıştıramadım. öylesine uzak ki senden ve benden... senin yüreğinin güzelliği gülümsemende, benim ki gözlerimde ya,  buluştuklarında kuşkuya yer bırakmıyor gibi gelirdi bana, öyle gelirdi geriye dönüp baktığımda. birden bire gözümde beliriverirdi havada asılı kalan kıvılcım... havada asılı kalan o kıvılcım, uzaklaştırıverirdi senin elinle benim bedenimi...  o mektubu okuduktan sonra anladım "bir saç teli kalınlığında" hep uzak olacaktık birbirimize. ve belki de bu yüzden, dün gece sana yazdığım o veda mektubunun, bir tuşa dokunuşumla kayboluşuna hiç ağlamadım.






* Neval El Saddavi - Modern Bir Aşk Mektubu
görsel / deviantart

4 yorum:

Mehmet Osman Çağlar dedi ki...

Gerçekten çok güzel bir paylaşım sevgili Evren...teşekkürler.

(klasik mektuplar da tercihimiz..)

novella / विश्व dedi ki...

eğer denk gelirsen mektubun tamamını bir oku derim jivago...

Adsız dedi ki...

ikili ilişkilerde yaşanan sorun karşımızdaki bünyeye, kendi istediğimiz ruhu katmak mı acaba. bu mektupla ne derece alakalı bilmiyorum ama şu ara bu noktadayım. karşımdaki, o yani acaba benim algıladıgım kadar mı, daha mı fazla, daha mı eksik?

selam novella bu arada, yeni bir ben çıkartmaya çalışıyorum bu nekahat dönemimde...

gereksiz adam

novella / विश्व dedi ki...

ruhu katma değil de, kattığımızı sanmak belki de en büyük yanılgı gereksiz. herkesi olduğu gibi kabul etmek zor zanaat... ve bence herkes sadece bizim algıladığımız kadar, ne eksik ne fazla...

ve bilir misin ne zordur, kendinden yeni bir ben çıkartmak. onca benin arasından içine sinen bir ben bulmak. dilerim bulursun gereksiz... sevgiler...