havalar ısındı. daha iki üç gün önce soğuktan ovuşturduğum ellerimi, soğuk suyun altında bir süre tuttum ve seni düşündüm. balkonda olmayı ne çok severdin. çocuk seslerinin sabahın erken saatlerinde akşamdan kalma tıkırtılarını toplayan serçelere bakar, insanı sürükleyen şakıyışlarında bulurdun gülümsemeni ki o gülümse her seferinde daha bir kahverengiye bırakırdı göz bebeklerindeki yerini. ben galiba en çok o kahverenginin derinliğinde kaybolmayı severdim. sonsuz derinliğindeki anlamlar bütününde küçücük bir yerim olduğunu bilir ve belki de sırf bu yüzden ben de sana gülümserdim, hem de kahverengi gözlerimle.
bu sabah bir yumurta kırdığım derin kaba bakarken de aynısı oldu: gülümsedim. seni düşündüm. hayatın bazen bizi alıp da götürdüğü yerden, ayaklarını sürükleye sürükleye bir oyuncakçı dükkanından çıkarılan çocuğun gözyaşları ile uzaklaşışıma biraz kırgınım. henüz gidilmemiş bir yolun düşünden uyanmamışken, geçen gün karşıma çıkan, gidilmiş yolun keyfi ile gözlerimi yumuyorum. iyi ki gitmişiz, diyorum... iyi ki...
balkonda oturmuş; alınışında hüzün olan yabani mor menekşeye... hemen altındaki, coşkun yüreklerin kavuşumu ortancanın, henüz açmamış çiçeklerinde tomurcuklanan sevgi(li)ye... mor yoncanın bir yaprağını kuruduğunu sandığım için öylesine atıverdiğim toprakta kendi kendine kök salıp yeniden canlanışındaki mucizeye... yavaş yavaş uyanan sokağın telaşlı gazete kokusuna... ne yöne döndüğü bilinen tekerlek seslerine... kuşların her sessizlikte sokağı ele geçirip muzipçe şakıyışlarına... annemin balkon çiçeklerini bana emanet ettiği sırada vurulduğum salkım sardunyanın bordoya çalan çiçeğinin dokusuna... bergamot esanslı çayımın özlemler yüklü dumanına... evin içinde usul usul çalarken anıları çağıran şarkılara... çoluk çocuk gidilecek bir pikniğin özenle hazırlanmış sepetlerinin, arabanın bagajına aynı özenle yerleştirilişine... bir elektirik direğini bir diğerine bağlayan telin esen rüzgarda alımlı bir kadın gibi salınışına, bir karganın buna karşı koyamayışına... oyuna dalan çocuğun kaldırım kenarına bıraktığı ekmeğin yalnızlığına... tek kale maç yapmanın anlamını bir türlü keşfedemeyen kendime... bu sabah hayatı soruyorum...
akışın, zamansız kopuşundaki anlamı, bu balkonda güneş batmadan bulmayı umuyorum... kendimi güneşe teslim ediyorum.
görsel / deviantart
10 yorum:
:))
güneş balkona gülümsüyor.
hem de ne gülümseme :)
üstaddddd beni balkona davet etmiyosun sana güceniyorum...
kıskanıyoruım yahu :(
güneş balkona gülümsüyor ne demek onu da bilemedim...
bazı arkadaşlar yorum kirliliği diyo buna.
yorum kirliliği mi, evren?
ben kirliyim mi?
aneam hislendim.
Yorum kirliliği... Momonatik getirdin biri lütfen:))
bir fincan bergamutlu çay istiyorum en yakıcısından
sevgili absalom... senin balkon için açık çekin var. bkz. sazan :)
ayrıca sen güneşi bilmez misin, gülümser güneş, göz kırpar ve hatta aşık eder adamı kendine. güneş bu yakar, ısıtır, canını acıtır ve gülümsetir. ayrıca benim bloguma bırakılan bir yorum yürekten gelir ve emin ol değer yüreğe.
yahu bergamutlu çay neden yakıcı olsun anlamadım ki pillim. mis gibi kokar o çay...
sıcaklık bakımından demiştim :))
Novellacım o güzel yüreğini öpüyorum.
Pilli;
sanırım isminizi blog aleminden anımsıyorum. Şarj edilenilir mi? diye sormuştum kendime :)) Çok hoş bir isminiz var doğrusu.
yana yana kül olduk bu arada :))
bergamutlu çaylar benden. onsuz yavan oluyor di mi?
güneş, teşekkür ederim valla bende şarj edilebilir diye düşünmüştüm ama daha bi hikmetini göremedim bahar beni de sarstı pilden ses yok :D
çaylar harika olur var yaa :) sevgiler
Yorum Gönder